İnsanlık ve dünya uzun bir süredir yaşamadığı bir serüvenin içinde, kendine biçileni anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığı bir süreçten geçiyor. Bazılarımız bu süreci geçirirken bazıları da süre gelen değişimde seyir halinde kalmayı hatta sürecin onların üstünden geçmesine izin veriyor. Belki de ne yapacağını bilmiyor. Sistem bize ilk defa belirsiz bir şeyi armağan etti. Bizi bizimle bıraktı. Kendi kendine kalmak zorunda kalan insanın çaresizliği okyanusları aşıp limanlara gelen yunusları bile haberdar etti. Doğa gençleşmenin ve insan elinin tabiatına el değmiyor oluşunun verdiği hazzı yaşarken tabiatını unutan insanı panik ve çaresizlik içinde ne yapacağını bilemiyor halde bıraktı. Teknolojisi, sanayisi ve ekonomisi ile güç gösterisi yapan büyük devletlerin aslında o kadar da büyük olmadığını, medeniyet diye nara atan ve yine o büyük devletlerin işlevlerini tamamladıklarını düşündükleri yaşlı insanları nasıl elediklerine şahit oldu. Şahit olunanlar bir tarafa gözle göremediğimiz küçücük bir virüsün bizi nasıl kontrol ettiğini gördük ve insanoğlunun güç gösterisi ve tabiata hakım olduğunu iddia eden düşüncelerinin nasıl yok olduğuna…
Şimdi yeni bir dünyadan bahsediliyor… Aslında geç kalınmış ferasetin ayak izlerini duyuyoruz. Kim olduğumuzu nereye niye geldiğimizi niçin var olduğumuzu hatırlamak zorunda kaldık. Ne yaptık biz bu dünyaya? Bereketini kaçırmışken doğanın kıymetini ve gücünü yeniden fark ettik. Mecburiyetler kaçınılmazdır. Konunun insanlık, değerler, farkındalık olması kaçınılmaz olanı olabildiğince köşeli bir hale getirmesi ise gayet doğal. Çünkü mananın varlığı o kadar güçlüdür ki ortadan kaldırırsanız sonuçları da bir o kadar ağır olacaktır. Şimdi elleri kafaya verme hatta anlın tam ortasına verme zamanı… Eskiler ve kadim bilgiler nefsin alnın tam ortasında olduğunu söylerlermiş. Bu nokta da bir inziva ve gerçeklerle yüzleşebilme cesareti gösterebilmeliyiz. Yüzleşebildiğimiz kadar cesur olabilir ve iyileşebiliriz. Ruhumuzu ve saf aklımızı bir süzgeçten geçirebilmek adına belki de bir armağana kavuşmuş olabiliriz. Uyarı anında alınan tepkilerin bir işe yaramadığı söylenemez elbette fakat insanı insan yapan ön görüyü hayatlarımızda var edebilirsek kıymetini ve önemini çok daha iyi anlamış olabiliriz.
Bahsettiğim armağan ise inzivaya yönelen insanın haleti ruhudur. Evlerimizde kaldığımız bu günler kendi mağaralarımızı yaratmak için çok güzel bir fırsat yakaladığımız gerçeğini görmek lazım. Büyük düşünürlerden tutun din adamlarından filozoflara kadar kendilerinin oluşturduğu bir mağaradan bir inzivadan bahsederler. Peygamberimiz Muhammet’in şehrin gürültülü bilinçsiz ve asla ruha yansımaların izlerini taşımayan sokaklarından sıyrılıp Hıraya, mağarasına kaçtığını ve orada tefekkür ettiğini biliyoruz. Ve daha nicelerini…
Evlerimizde kendimize ait bir köşenin bize neler katabileceğini bir düşünmek lazım.
Dış uyaranları ve kendisini işgal edenlerin kendisi olmaya izin verilmeyen insanın kendini anlaması hatta kendini gerçekleştirmesi adına bir mağara inşa etmesi farkındalıkla başlayan güzel bir süreci ona armağan edecektir. Bilinçle yaşanılan bir hayatın hiçbir şeye pay biçilemeyeceği gibi bunu hak eden ve hayatına alabilen insanın da kendisine ve dünyaya vereceği güzellikler de hiçbir şeye benzemeyecektir.Kalın Sağlıcakla…
DUYGU YILMAZ