Türkiye 6 Şubat sabahı güneşin ısıtmadığı, uykunun en tatlısının yaşandığı ve sonunun kâbusla bittiği buz gibi bir sabaha uyandı. Tarihler 6 Şubat Pazartesi saat 04:17’yi gösteriyordu. Coğrafyanın kader olduğu gerçeği bir kez daha en büyük acıyı ve dünya tarihine acının merkezini Kahramanmaraş olarak yazıyordu. 10 il sallanıyor yüzbinlerce aile hayatlarında yaşayabilecekleri en büyük felakete uyanıyordu…
Peki, bu acı kader miydi? Birilerinin dört duvarı ev sanan ahmakça düşüncelerinin sonucu muydu? Kontrolsüzlüğün, rantın başrol oynadığı bu coğrafya kaderi 30.000 aşkın canın yitip gitmesi için gerekli miydi? İhmal miydi, yoksa bir göz ardı sonucu oluşan felaket mi?
O yıkıcı sarsıntının 2. Günü. Acının izlerinin bal gibi ortada olduğu, her koyunun kendi bacağından asıldığı, yürekleri yakıp kavuran o gün Hatay’a yola çıktık ben ve ekip arkadaşlarım. Her birimiz farklıydık birbirimizden. Sağlıkçısı, dağcısı, siyasetçisi, muhabiri demeden. Birlik olduk, beraber olduk. Amacımız belliydi. Kendimizce, elimizden geldiğince yardım edip, destek verecektik. Öyle bir plandı ki bu, kendi psikolojimizi hazırlıyorduk göreceğimiz manzaraya karşı. Anlatayım size o manzarayı; AFAD mı aradı gözlerimiz aradı ancak hiçbir yerde bulamadı. Kamera neredeyse AFAD oradaydı. Yazıktı, günahtı belki de ama onlara göre çok doğru ve profesyonel bir plandı. Kızılay’ı da aradı bu gözler. Koskoca Hatay/Antakya içine 2 tane Sahra Çadırı kurulmuş. İşte buydu gözle görülen tek destek Kızılay’dan depremzedeye. Ben ve ekibimin içinde bulunduğu bağımsız birçok gönüllü arama kurtarma vardı çevrede. Bir taş kaldırsak, bir su uzatsak belki bir faydamız dokunur fikriyle meydandaydı onca insan. Acının perde arkası bambaşkaydı. Hangi birini anlatayım diye dert yanıyorum artık çevreme. Kaldırımda 4 gün boyunca duran cesetten mi bahsedeyim yoksa yine başka bir kaldırımda hem eşini hem çocuğunu kaybetmiş acılı annenin sessiz çığlıklarını mı? Artık sus dediğini duydum insanların. Yeter anlatma dayanamıyorum dediğini. Öyle sıcacık evlerde oturup sosyal medyadan yardım nidaları atmakla olmuyormuş onu anladım ve anlatmak için çabaladım. Deprem vergisiymiş, yapı denetimmiş… İşte böyle ya miş miş ya da mış mış…
Sakaryalı bir ablayla denk geldik o enkazların arasında. Sözleri halen daha kulaklarımda çınlar. Ancak beni en sarsan, derinden etkileyen sözü “Müteahhitlerin hırsı yıktı koca Hatayı.” Ne kadar basit okudunuz değil mi cümleyi? Ne kadar kısa sürdü bir sonraki cümleye geçmeniz? Ama ya o kısacık cümlenin içinde yatan koca anlam. O yıkıcı duygu. Onca insanın canını alan, hayallerini yıkan, acıyı en içimize işleyen o tarifsiz yakıcı ve bir o kadar yıkıcı olay. Anlatılan bu. Anlatılan bir isyan. O koca moloz yığınları arasında evladını arayan da vardı, eşini, annesini, babasını arayan da. Ancak öyle insanlar gördüm ki acılı annelerin arkasından koşarak gelip malını mülkünü kurtarmaya çalışan. Hiç unutmuyorum. Bu acı anı sizinle de paylaşmak istiyorum. Acılı bir kadın gördüm. Göçüğün altında eşini arıyordu. Tek varlığım o, bir canım birde evladım var başka kimsem yok diyordu. Gözlerim ona dalmıştı. Ne yalan söyleyeyim durdum durdum ama o feryatları duyunca gözyaşlarımı tutamadım. Ne acı değil mi? Mutlu bir yuva. Gelecek planı, hayaller, hedefler, ortak amaçlar hepsi bir anda o taş yığınlarının arasında toz olup gitti. Bu esnada karşı komşusunun çığlıkları ilişti kulağıma. Malım diyordu, içeride arabamın anahtarı var kurtarır mısın diye çığlıklar atıyordu. Benimle yola çıkan arkadaşım kadının eşi için göçüğe girerken, hazır enkaza giriyorsun arabamın anahtarını da al ben sana tarif ederim cümlelerini duydu. Kime ne anlatırsın ki? Acın sana acıdır. Derdin sana dert. Ne farkı kaldı değil mi o müteahhitlerden. Mal mülk diye çırpışan o can alan felakete yol açan 3 kuruş fazla param olsun diye malzemeden çalanlardan ne farkı kaldı değil mi? Hangi acıya ortak olayım, hangi sinire öfke kusayım bilemedim. Çantamda ilk yardım malzemelerim, çocuklar için keklerim, çoraplarım. Tam bu sırada telefonuma bir ihbar geldi. 4 yaşında bir çocuk, Ali Şah. Ailesi Hatay/Yaylıca mahallesinde enkaz altında kalmış. Çocuk aç, susuz sokakta. Üşüyor! Yazmışlardı. Gidelim bu adrese dedim. Bu soğukta çocuğu bırakamayız dedim. Velhasıl kelam biz gittik. Yaylıca mahallesine girdik. Şaşkınlığımız belliydi her birimizin yüzünde. Koca şehirde ışıklar yokken burada vardı. Koskoca Hatay’da açık market bulamamışken bu mahallede bulmuştuk. Anlamıştık ya bir terslik olduğunu yine de göz ardı etmiştik. Sonunda onu bulduk. Ali Şah! Karşımızdaydı ancak ailesi yanında mahallede tek bir yıkık evde yoktu. Ve bizim 4 yaşındaki Ali’miz 30 yaşında gönüllü bir arama kurtarmaydı. Yalan bir ihbar olmasına üzüldük çünkü gittiğimiz o 2 saatlik yolu boşa gitmiştik. Sinirlendik çünkü bu sürede başkalarına yardım edebilirdik. Ama ne yalan söyleyeyim biz galiba daha çok sevindik. Çünkü ailesini kaybetmiş acılı bir çocuk görmek daha çok yıkardı bizi. Misafirleri olduk o güzel insanların. Hatta birbirimize sözde verdik. Havalar bir düzelsin tekrar Hatay’a gidip misafirleri olacaktık Şah Ailesinin. Teşekkür ederiz. O kasvetli, yıkıcı havadan bizi bir nebze uzaklaştırdığınız için.
İşte bana sorarsanız Hatay nasıldı diye, tam olarak böyleydi.
Havasında ceset kokularının hâkim olduğu, çocukların gözlerinin korkuyla dolup taştığı, insanların geçmişlerini terk etme korkularıydı o şanlı Hatay. Yağmacıların cirit attığı, ölen insanların kollarının kesilerek bileklerinden altınlarının çalındığı, acının, hırsın, hırsızlığın şehri olmuştu artık Hatay. Ancak ben eminim, inancım da tam ümidimde. Hatay sadece Ulu Atamız Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsi meselesi değildir. Hatay artık tüm Türkiye’nin şahsi meselesidir.
Unutmayalım! Unutturmayalım!
Kimsenin sormadığı üstü örtbas edilen o deprem vergilerini unutmayalım.
Kendilerine gönderilen bağışları Ensar Vakfına gönderen Kızılay’ı unutmayalım.
10 kişilik eyleme 10 TOMA gönderen ama 10 tane şehre 10 vinç gönderemeyenleri unutmayalım.
Zamanı gelince ülke genelinde deprem tatbikatı yapıp çök, kapan, tutun diye şehirleri inletip deprem olunca kader deyip kenara çekilenleri unutmayalım. Unutturmayalım!
Biz bu kadar saf kötülüğü unutmayacağız. Sizde unutmayın. Şahsi meselemiz, Hatay’ımız yalnız değildir.
Selcan Uluçay
Tebrik ederim cesur yürekli kızım
Muhteşem olmuş. Acıyı ilk defa sizin kadar net anlatan gördük Selcan Hanım. Kaleminiz hep yazsın. Tebrikler