Tarım insanlık tarihinin en eski uğraşlarından biri hatta en eskisidir diyebiliriz. Avcılık , toplama işinden sonra on ila on iki bin yıllık bir serüveni vardır. Toprak işleme , tohum bilgisi ile birlikte şekil almış ve medeniyetler oluşmuştur. Hitit İmparatorluğu zamanından kalan tarihi eserlerde tarıma ilişkin birçok eser görmek mümkündür. Ardından sanayinin gelişmesi , tarım tekniklerinin çoğalması ile birlikte nüfusun artışına paralel olarak hatta artış hızından fazla olarak insanlara yeterli görülmektedir. Traktörlerin gelişmesi , tohumların ıslahı ,gübre , yeni tarım teknikleri , biyositler ( tarım ilaçları ) ile birlikte özellikle 1945 ten sonra birim alandan çok fazla miktarda ürün alınmaya başlanılmıştır. Tarımın girdisi olan petrol o dönemlerde o kadar çok ucuzdu ki insanlar sadece makine ile tarım yapmaya başladılar , sanayileşmenin de etkisi ile de şehirlere göç ederek tarımda uğraşan sayısı da buna paralel olarak azalmaya başlanmıştır. O dönemlerde biyosit olan DDT 'nin de icadı ile ( Nobel ödüllü ) zararlı olan böceklerin de üstesinden gelinmiş oldu. Bunlar güzel buluşlardı . Ancak petrol fiyatlarının yüksek olması , böceklerin biyositlere karşı yıllar içinde direnç kazanması , tohumların sadece gübre , su ve biyositlere ihtiyaç duyulması ile günümüzde örneğin mısır yetiştiriciliğinde petrol % 20 , gübre % 28 , makine bakım giderleri % 15 ve diğer giderler ile 3:1 oranında gelir elde edebilmektedir. Oysa el emeği ile mısır yetiştirilir ise bir kişi 15 dönüm mısır ekebilir ve 11:1 oranında kar edebilmektedir. El işçiliği ile yapılan tarımda tüm enerji girdisi insan olacağı için diğer kalemlerde artacak maliyetlerden etkilenmeyecektir. Özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde petrol arışına maruz kalındığında ciddi krizler yaşanmaktadır. Son zamanlarda Almanya, Fransa , Hollanda gibi ülkelerde de tarım krizleri yaşanmaya başlanmıştır. DDT 'nin yıllar sonra yarattığı büyük zararlar , kutuplara kadar varmıştır. Bugün kullanımı yasaktır.
Ülkemiz ekolojik olarak atalarımızın çok büyük mirası vardır. Tarım teknikleri , tohumlar , yiyecekler , yiyeceklerin farklı şekillerde kullanılması ve depolanması gibi çok farklı bana göre eser bırakmışlardır. Vatanımız çok farklı coğrafya yapısına sahip olduğu için bu zenginlik de oldukça fazladır. Çocukluğumuzda memleketimiz Kastamonu da iyi yağış aldığı için mısır , buğday , meyvecilik , ormancılık faaliyetlerinde bulunurdu. Ve tek bir traktör dahi yoktu ve halen daha yok. Elektriğin köyümüze ulaştığı yıl 1987 senesidir. Çiftçiler orak ile buğdayları hasat eder , hayvanlar vasıtası ile patoz yapar sonra dedem ile birlikte köyümüze 5 kilometre mesafede yer alan çayın suyu ile enerji bulan değirmende unlarımızı alır idik. Unlar da ahşap evlerde yer alan muhteşem ocaklarda ekmek olurdu. Buğday sapları ise evlere yakın yerlerde kule gibi dikilir , kurutulur ve ardından ambara kışlık hayvan yemi olarak saklanırdı. Bizim oralarda ceviz , elma , armut , kiraz , dut gibi meyveler harika yetişir , mevsiminde tüketilir , kışlık olarak da pekmez, pestil , kurutma gibi faaliyetler ile kışlık olarak saklanırdı , nitekim kışlar çok çetin geçerdi. Sebzeler de ata tohumluktan yetiştiği için her yaz çok çeşitli sebzeler yetişir , yine kışlık için konserveler , turşular hazırlanırdı. Köyde arıcılık faaliyetleri de çok iyi idi , muhteşem kestane balı olur bizim oralarda. Dedem arılarına özen ile bakar , genel de fındıklığında tutardı. Fındıklar hemen her yerde olur , pencereden fındık toplayarak müthiş keyif alırdınız . Hayvancılık ise yerli ırklar ile yapılır , sabahtan çoban ve köpekler ile meraya gidilir , akşama kadar yaylalarda hayvanlar otlatılırdı. O zamanlar ben de çok hayvan güttük , yaylada o kadar çok zamanınız kalıyordu ki , tabii eğlence ve okumak için , bir de yanınızda radyo var ise harika bir lüks olurdu bizim için. Şimdi düşünüyorum da iyi ki yazları köyde vakit geçirmişim. Orman Köylüsü olan büyüklerimiz ayrıca devletin verdiği kesim , bakım işleri ile de aile bütçesine katkıda bulunuyordu. Daha sonraları bu işler ihaleler ile şirketlere verilmeye başlandı . Dikkat etti iseniz
çiftçilik faaliyetlerinde ilaç , gübre , yakıt girdisi hiç yok. Gübre olarak hayvan gübresi kullanılmakta idi . Kendi ekolojisini de oluşturduğu için zararlı ve yararlı böcekler , kuşlar mutlu mesut içinde yaşarlardı.
Daha sonra ise şehirde yaşama arzusu , eğitim ve geçim derdi ile köylülerimiz şehirlere göçtüler. Orman bütün arazilerimizi yuttu , ve tarlalarımız kayın , gürgen , köknar ağaçları ile doldu. Orman köylüleri ile ilgili alınan politik kararlar köyleri iyice boşalttı. Tahmin ediyorum ki çok yakın bir zamanda başta küresel ısınma , maliyetlerin artması ve nitelikli gıda arayışı insanları bu tip yerlerde ekolojik tarıma yönlendirecektir. Ülkemiz bu konuda halen çok şanslı , çok temiz topraklarımız var. Diğer yandan ise tarım faaliyetlerinin çok olduğu bölgelerde ise olumsuz sinyaller vermektedir. Hayvancılık için de öyle , yeme dayalı hayvancılık sürdürülebilir değildir , tıpkı tavuk yemi olmadan yumurtlamayan tavuk gibi . Biraz da bu durum ırklar ile de ilgilidir , yerli ırklarımızı muhafaza etmeliyiz.
Evet başlıkta yer aldığı gibi tekrar soruyorum , ekolojik tarım marjinal midir ?