Artık sonbahar kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Doğa sarı- yeşil elbisesini giyiniyor yavaş yavaş. Şehrimizin sahillerinde bir terk edilmişlik havası kol geziyor. Düne kadar cıvıl cıvıl olan kumsallar bomboş…Kordonlardaki insan kalabalığı , yerini işine gücüne koşturan emekçilere bıraktı büyük oranda. Hava serin, rüzgar sert, günler iyice kısaldı. Okulların da açılmasıyla sokaklarda, caddelerde , toplu taşımalarda öğrenci popülasyonu fazlalaştı.
Bu hayatımızdaki kaçıncı sonbahar? Yaşımız kaç olursa olsun daha kaç sonbahar yaşayacağımızın bilinmezliği ile her mevsimin hakkını verebiliyor muyuz , önemli olan budur.
Mevsimlerden vazgeçtim, fani olan hayatımızda bir günün hatta bir nefesin bize aslında bir hediye olduğunu idrak edebiliyor muyuz hayatın akışı içinde ?
Buna “evet” diyebilmek maalesef çok zor. Bu bilinçle yaşasaydık hayatımızı, dünya bu kadar kötü bir yer haline gelir miydi? Adaletsizlikler, vicdansızlıklar, ahlaksızlıklar, canilikler yaşanabilir miydi?
İnsan kalbi, duyguları bu kadar çabuk kırılabilir miydi, insanın insana yaptığı o kadar zulüm yaşanabilir miydi ? İki nefes sonra ne olacağımızı bilmeden uzun uzun planlar yapılır mıydı mesela?
Hergün karşımıza olmadık şekillerde çıkan, vicdanımızı sızlatan, yüreğimizi kanatan o kadar çok çirkinlik var ki, sıradan olaylar ve bahaneler yüzünden birileri birilerini öldürebiliyor bu ülkede.
İnsan olmanın “Onur”unu koruyamıyoruz, “kadın” olmanın gururunu yaşayamıyoruz, Allah’ın sessiz kullarına merhamet edemiyoruz ve bunların katledilişini film izler gibi izlemeye devam ediyoruz. Tepkisiz, duygusuz, vicdansız bir toplum olma yolunda koşar adımlarla ilerliyoruz.
Sahi Sonbahar demiştik değil mi? Bu bahar “Onur” için gerçekten de son bahar oldu, henüz ömrünün baharında sararmadan hayat ağacından koparıldı.
Sonu gelmeyen ise, caydırıcılıktan uzak cezalar, cesaretlendirici yasalar, desteklenen vahşet ile her duyduğumuzda insan olmaktan duymamız gereken “Onur” yerine keskin bir utanma duygularımızdır.