ÇARE SİZSİNİZ
Koskoca ,asırlık bir çınarın altındaki banka, adeta çöker gibi oturdu. Uzun sarı saçları rüzgarda ıslak yanaklarına yapışıyor ama hiçbir harekette bulunmadan , donuk bakışlarla parmakları arasında tuttuğu eski günlere ait bir fotoğrafa bakıyordu.Derin bir iç çekti, gözyaşlarına engel olmaya çalışsa da hıçkırıklarına boyun eğmek zorundaydı. Başını kaldırıp gökyüzüne bakmak istedi. Dudakları ,dua eder gibi kıpırdanmaya başlamıştı. Ulu çınarın sararmaya başlayan yapraklarından gökyüzü o kadar az görünüyordu ki.. Başını tekrar aşağıya indirdi. İki damla gözyaşı, fotoğrafın üzerine düşerek ıslattı.
Hafif rüzgar, çınarın sararmaya başlamış yapraklarının hareket etmesine, birbirine sürtünüp hışırtı çıkarmasına sebep oldu. Dallarından gönülsüzce kopan birkaç yaprak, başına, saçlarına düştü. Birden içi titredi…İşte bu kadardı. Zamanını tamamlayanlar toprağa geri dönüyordu. .. Ama O’nun daha zamanı gelmemişti ki.. Gencecikti, yarınlara ait umutları, planları vardı . Birlikte büyütmeyi hayal ettikleri kızları Simge henüz 5 yaşındaydı.
Ne kadar da sevinçli gelmişti eve, boynuna sarılmıştı ve uzun süredeb beri beklediği iş teklifini aldığını , bundan sonraki hayatlarının daha güzel olacağı müjdesini vermişti. Merkezi Ankara’da olan çok uluslu bir şirketin müdür yardımcılığı nihayet teklif edilmişti, zira bütün enerjisini bu yönde harcıyordu bir süredir. Yaptığı proje şirket tarafından takdirle karşılanmış ve hayatının fırsatını yakalama şansı bulmuştu.
O günü yeniden yaşadı Sibel. Dört yıl birbirlerini deli gibi sevmişler ve ailelerinin itirazlarına rağmen nikah masasına oturmayı başarmışlardı. Evlendikleri günü, o gün gibi yeniden yaşadı hayalinde. Mutluluk bu olsa gerek diye geçirmişti içinden . Ama daha büyük mutluluğu kızları Simge doğduğunda yaşayacaklardı. Doğuma eşi Barış da girmiş, hatta göbek kordonunu bile o kesmişti.
Artık Barış’ın bir ayağı Ankara’daydı, sık sık iş toplantıları için yollara düşüyordu. Her zaman uçakla gidip geliyordu. işini erken bitirip kızının ve eşinin yanına hızlıca dönmeye çalışıyordu. Ama bu kez uçakta yer bulamamış ve araba ile yola çıkmak zorunda kalmıştı.
Bu zorunluluk Alkollü bir tır şoförünün çarpması sonucu Barış’ın kaza geçirip ölmesine , Sibel’in beş yaşındaki kızı Simge ile yapayalnız kalmasına sebep olmuştu. Bir anda hayatı nasıl da allak bullak olmuştu? Oysa daha bir hafta önce her şey ne kadar farklıydı hayatında.
Elinde tuttuğu evlilik resmine baktı uzun uzun… Ne sokaktan geçen arabaların gürültüsü, ne yandaki çeşmeden su içmeye gelen çocukların sesleri…Hiçbir şey duymadan, hissetmeden baktı resme.. Barış’ın gözlerindeki mutluluk kıvılcımlarına, kendi mutlu tebessümüne baktı. Elini usulca fotoğrafın üzerinde gezdirip son kez yanağını okşadı kocasının.
Yavaş yavaş yerinden kalktı. Bir an başı döndü, sendeledi. Çınar ağacına sırtını dayadı, gözlerini kapadı. Birkaç derin nefes aldı rahatlamak için ama içindeki acı öyle büyüktü ki, susturmanın imkanı yoktu.
Deniz kenarına indi. Ayağından sandaletlerini çıkarıp uzun kumsalda çıplak ayakla yürümeye başladı. Barış’ın sesi kulaklarında çınlıyordu .Yürüdü, yürüdü… sadece kendiyle baş başa kalıncaya kadar, kendi vicdanı Barış’ın sesini bastırıncaya kadar yürüdü. Simge’nin sesini duyduğunu sandı bir an, döndü, sesin geldiği yöne baktı. Bir grup çocuk kumsalda kumdan kale yapıyorlardı. Kale tüm ihtişamı ile sahilde boy gösteriyordu, sonuna gelmişlerdi ki, büyük birkaç dalga gelip kaleyi yerle bir etti. Çocuklar bağırıp isyan ediyorlar ağlayıp oradan oraya koşturuyorlardı.
Onlar arasında hiçbir farkın olmadığını düşündü. Onun da kalesi bir dalga ile yerle bir olmamış mıydı ? O da bu çocuklar gibi yaşadığı şoku ve üzüntüyü içine sindirmeye çalışıyordu. Çocuklar çok öfkeliydiler. İçlerinden biri“ Biraz daha yukarıya daha büyük bir kale yapalım” diye bağırdı. Birisi oraya su taşımanın zor olacağını söyledi.Ama teklifi yapan çocuk “Buraya yaparsak yine yıkılacak! “ diyerek ikna etti hepsini.Ve hemen işbölümü yaparak yeni bir kale için kolları sıvadılar. Biri su getirecekti, diğeri kalıpları taşıyacaktı.
Sibel, onları uzaktan izliyordu . Onların daha emniyete aldıkları kale, sanki kendi hayatıydı. İşte birkaç çocuk, ona bir yaşam nedeni vermişlerdi ve hayatını inşa ediyorlardı adeta. Kızını düşündü. O da gitseydi, beş yaşında bir çocuk hem annesiz hem babasız ne yapacaktı?
Evine dönerek, daha emniyetli bir yerde, kızı ile işbirliği içinde, birbirlerinden destek alarak, bazen düşerek, bazen kalkarak , bazen beraber büyüyerek ama kızını asla yalnız bırakmadan kendi hayatını yeniden kurmaya karar verdi.
Oysa o kumsala Barış’a kavuşmaya, kendini sulara bırakmaya gitmişti.