Kuklalar diyorum; hani şu başkaları tarafından yönetilenler… Acaba hayatlarının iplerini gönüllü mü teslim ederler başkalarının ellerine yoksa sebebi sadece çaresizlik midir. Belki bunu yaptıklarının farkında bile değillerdir. Kuklaya dönmüşse bir insan onu hemen kişiliksizlikle, zayıf olmakla, cesaretsizlikle suçlamak ön yargılı bir yaklaşımdır bana göre.
Bu durum kişinin geçmişte yaşadıkları veya yaşayamadıklarıyla bağlantılı bir davranış olabilir.
Belki de bir takım baskılara maruz kalmanın yol açtığı “mecbur olma” hissidir, kim bilir. Sebebi ne olursa olsun, bir insan kuklaya dönüşmüşse işin içinde mutlaka onun yumuşak karnını keşfetmiş ve kendi çıkarları için kullanmış bir aktör, yani bir “Kuklacı” vardır.
Kuklacılar kurnazdır. Hepimiz gibi onun da mutlaka zayıf bir noktası, bir yumuşak karnı vardır ama saklamayı veya kullandırmamayı iyi bilir. Sosyal becerileri genellikle gelişmiştir, ikna kabiliyetleri yüksektir. Karşısındakinin hassas noktasını keşfettiği an harekete geçer ve bunu nasıl kullanacağının planlarını yapmaya başlar. Bazı kuklacılar daha iyi niyetlidir, ama sonuçta eksikliklerini veya hatalarını affettirmek için o hassas noktalara oynarlar. Sorunlu ilişkilere şöyle bir baktığımızda bir tarafın avcı diğer tarafın da kurban olduğunu görebildiğimiz gibi, kimin kukla kimin kuklacı olduğunu da kolaylıkla ayırt edebiliyoruz.
Vantrologları da unutmamak gerekir, tabii. Hani şu kuklayı konuşturuyormuş gibi yaparken aslında karnından konuşan insanlar. En fazla sakınılması gereken insan tipi, bana göre. Neden mi? Kiminle konuştuğumu bilmem mümkün değil de ondan. Elindeki kuklaya inansam, konuşan o değil. Vantroloğa inansam, kendisinin konuştuğu iddiasında değil…
Hangisine güveneceğimi bilemem ki ben. Bu tip insanlar hep benzer cümleler kurarlar: “Hayatım, çok özür dilerim, sanki o ben değildim, bunu sana nasıl yaptım, bilmiyorum…” “Olay aslında göründüğü gibi değil, açıklayabilirim (ardından yalanlar silsilesi gelir)…” “Ben hep böyleydim, sonradan değiştiğimi de nereden çıkardın.”
Bir diğer durumda da bir bakarsınız o tanıdığınız kişi gitmiş, yerine başkasının ağzından başkasının kelimeleriyle konuşan biri gelmiş. İşte o zaman anlarsınız onun bir vantroloğun kuklası olduğunu.
Başka bir durumda da sizinle konuşan o kişinin yanında tepkisiz kalıp bıyık altından sırıtan biri dikkatinizi çeker… Hah, işte o da vantroloğun ta kendisi olmaktadır.
Hayatımızın ipleri gerçekten kendi ellerimizde mi, yoksa başkasına mı teslim ettik? O başkası bizi nereye istiyorsa götürebiliyor, biz de arkasından tıpış tıpış gidiyor muyuz?
Hayatlarının iplerini kendi ellerinde tutanlara yok bir sözüm. Ne mutlu size. Kimse kullanamaz sizi, kimse götüremez sonunda pişman olacağınız bir yere.
Hayatımızı bir gözden geçirelim bakalım… Başkalarından kaynaklı “keşke”lerimiz varsa ve aynı hataların tekrarlandığını fark ediyorsak, ipleri çoktan vermişiz demektir birilerinin ellerine. Ama durun; hemen suçlamayalım kendimizi. Bunu yapmışsak, mutlaka vardır derinlerde yatan bir sebebi.
Belki ebeveynlerimizden birinin veya ikisinin eksikliğini hissetmek getirdi bizi bu noktaya, belki başka bir derin acı veya travma. Onu bulup çıkarmalı önce. Hangi duygu boşluğunu doldurmak için taviz verdiğimizi anlamalı. Verdiğimiz kadar da aldık mı, bir de ona bakmalı. Sevgiden söz etmiyoruz burada, o elbette koşulsuz olmalı, ama bitebileceğini de unutmamalı. Her kalp kırıklığında, her hüsranda sevgiden de bir parça ölüp gidiyor aslında. Sonra bir bakıyoruz, bir sürü hüsran, kırık bir kalp ve ezilmiş bir gururdan başka bir şey kalmamış avuçlarımızda.
Bu kısır döngüden çıkmanın vakti gelmedi mi artık, sevgili Kukla? Sakın korkma. Sen izin
vermedikçe, kimse bir şey yapamaz sana. Canın yandıysa, önce git bir bak aynaya. Suçlu tam karşında…